26 Şubat 2013 Salı

Öpücük Balığı


"Gözlerini gözlerime dikmiş... Kaçırıyorum, yine buluyor...
'Sen, sen bana dokunuyorsun" dedi.
'Yüreğimde bir yerleri acıtıyorsun , ama anlatılmaz güzellikte bir şey.'

Tanrım, bir şey olsa... Aygaz kamyonu falan geçse...
Aniden ceviz iriliğinde dolu yağmaya başlasa...
Bu romantik ortamın içine etse... Ne oldu bu kıza, neler söylüyor...

'İyi ki varsın.. İyi ki...
Neye benziyor biliyor musun?
Eskiden kaldığım yurtta camlar, içerisi dışarıdan gözükmesin diye beyaz yağlıboyayla boyanmıştı..
O boya tabakasındaki küçücük bir delikten bakınca dışarıyı görüyordum ben.
Hele baharda, öyle güzel gözüküyordu ki.
İşte seninle olmak, o bembeyaz ya da siyah şeyin ortasında küçücük bahara bakan deliği bulmak gibi.'

İşi şamataya vurmalıyım, yoksa fena olacak.
Bu havada hayatta dolu yağmaz.
Aygaz kamyonu filan geçeceği de yok.
Kız resmen yerli film replikleri atıyor.
Hayır, ben ters adamım, inanıveririm, dökülürüm, aşık olurum, betonlara çakılırım, asıl benim canım acır.
Yerli film... Evet... Yerli film...

En Ayhan ışık sesimi kullanarak, hınzır bi ifadeyle, ona Belgin Doruk muamelesi çektim. Misilleme olarak yeşilçam öykülerinin değişmez repliğini attım...

'Bırak bu lafları, kaç para istiyorsun onu söyle... Onbin, yirmibin?..'
Esprime güldü... Güzeel... Ardı arkasına zincirler, konuyu dağıtırım...

Gülmesi bitince, 'bu da senin numaran' dedi.
'Zırhın delinsin istemiyorsun. Hesapta hiçbir şeyi ciddiye almıyorsun.
Aslında sana göre hayat o kadar ciddi ve acıklı ki..
Böyle bir numaraya gerek yok. Koy ver gitsin kendini.'
Gözlerime anne anne bakıyor...

'Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da bayan' dedim, Ayhan ışık sesimle...
Dedim, ama mümkün değil.
Saatlerce bana inanılmaz sevgi sözcükleri sıraladı.

Ben ise ona yerli filmlerin değişmez repliklerinden attım durdum.
Sırasıyla Necdet Tosun, Sami Hazinses, Cilalı İbo, Turist Ömer, Ediz Hun.
Hatta bir ara ayağa kalkıp 'ayy-gaaz' diye bile bağırdım...
Sözünü ettiği yağlıboyadaki küçük delikten zırhımı açmasına asla izin vermedim.
Yıkılmadım, yavşamadım, kendimi asla açmadım.
Erkeklik gururuma değmesindi yağlıboya.

'Korkacak bi şey yok' dedi... 'Ben sana ne yapabilirim ki?'

'Çok şey' dedim.
'Çok şey' derken kendi sesimi kullandığımı fark ettim.
Hemen kendimi toparlayıp Ediz Hun, Ayhan Işık, figüran Osman ve Erdal İnönü sesleriyle ayrı ayrı üç kez 'çok şey' demeye çalıştım...
Ama üçünde de kendi sesim çıktı...

Sonra...
Sonra, yine yerli filmlerdeki gibi takvim yaprakları uçuştu...
Ben onu hiç aramadım... Bir gün aklıma fena düştü, aradım...
Aslında aramadım... Telefon açtım.
SIDIKA
O, 'alo... alo' dedi, ben sustum...
Aniden, 'susarken bile Ayhan ışık taklidi yapıyorsun' dedi...

Anlamıştı...
Aslında belki de tek sorun, gerçekten anlamasıydı...
'Ne fena diil mi?' diye sürdürdü.
'İnsan hep çok sevilsin diye uğraşır... Sevilince de ödü patlar...'
Sustum...
'Belki de sen haklısın, o zırh ne kadar kalın olursa, o kadar iyi...
Artık arama, olur mu?' dedi.

'Ve sakın üzülme...
O öyle lanet bir zırh ki; sen bile içerden delemezsin.'
Yine sessizlik... Derken, Belgin Doruk gibi son cümlesini söyledi...
'Hesapta kendini koruyordun ama yine acı çekiyorsun...
Boş ver... Ne diyorlardı... Gençsin, unutursun.'

Genç miyim, unutur muyum?..
Telefonu kapadım...
Sokağın köşesinden, yırtınarak bir aygaz kamyonu geçip gitti..."

Atilla Atalay - Sıdıka Öpücük Balığı Fabrıga.